Bir itirafla başlayayım hikâyeme. Geçen yıl ağustosta Cadenabbia’daydım ve aynı otelde kaldım. Bunu sizi şaşırtacağından eminim, çünkü size tekrarlardan kaçınmaktan bahsettiğimi hatırlıyorum. Ama hikâyemi öğrenir öğrenmez neden bu kuralımı yıktığımı anlayacaksınız.
Burası o zaman da şimdiki gibi ıssızdı. Milan’lı bir adam vardı, bütün gün balık tutuyor, ertesi sabah aynı balığı yakalamak için akşam olduğunda tuttuğu balığı yeniden göle bırakıyordu. Sessiz sakin, etyemez, varlıkları yoklukları belli olmayan iki İngiliz vardı. Bir de yakışıklı bir delikanlı ve yanında soluk tenli, güzel bir kız kalıyordu otelde. Kızın, karısı olup olmadığını merak etmiştim çünkü birbirlerine karşı çok sevgi dolu davranıyorlardı.
Beni bugün her şeyin gizemli bir şekilde çektiği gibi, uzaktan bir yerden müzik sesi ve çılgın sesler beni kendine çekmişti. Kendimi hayatın akışına bırakmak istiyordum. Kalabalığın içinde böyle sürüklenmenin sıra dışı bir büyüleyiciliği vardı. Heyecanlanan kütlenin içinde ben de heyecanlanıyordum; tüm duyularım toz, tütün, nefes ve terle karışmış bu ekşi sisin etkisiyle uyarılmıştı. Son zamanlara, düne kadar bana bayağı ve sıradan ve sonuç olarak da tiksindirici görünen her şey, kesinlikle uzak durmam için eğitildiğim her şey sanki ilk defa hayvani, dürtüsel ve sıradan güdülerle kendi akrabalarımın farkına varmışım gibi, arzularımın birincil hedefi haline gelmişti. Burada, şehrin varoşlarında, sıradan askerlerin, hizmetçi kızların ve serserilerin arasında kendimi tarif edilmez şekilde rahat hissediyordum. Bu yeni havayı sevinçle ciğerlerime çektim; kalabalığın içinde omuz omuza olmak mutluluk vericiydi ve tuhaf bir merak içinde bu sürüklenişin beni nereye götüreceğini öğrenmek için bekliyordum…
Kitap ile ilgili henüz yorum yapılmamış.